tag:blogger.com,1999:blog-34002811241218429472024-02-06T20:58:47.202-08:00KonuDersTembel Bir Çocuğun Başarılı Bir BloguAdminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.comBlogger53125tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-48758719815942291532011-01-21T10:32:00.000-08:002011-01-21T10:33:14.650-08:00İnsan ve Tarih Tarih, insanların geçmişteki her türlü faaliyetini, olayların birbiriyle olan ilişkilerini, sebep-sonuç belirterek yer ve zaman göstererek, belgelere dayalı olarak inceleyen bir bilim dalıdır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere tarihi meydana getiren insandır. Hikâye, masal, efsana ve kıssalarda değişmez kahraman olarak öne çıkaması insanın tarihe karşı ilgisini artırmıştır.<br />
<br />
Tarih, insan hafızasında hep geçmişe ait bir kavram olarak yer edinmiştir. Bunu sebebi, tarihin geçmişte yaşanan olaylara konu edinmesidir. İngiliz tarihçi Collingwood (Kolinvud)’un dediği gibi “Gemiş, bir anlamda bugün hâlâ yaşayan bir zaman dilimidir.”. Geçmişte yaşanan olayların etkisi uzun süre devam edebilir. Bu yüzden günümüzdeki olayların açıklanmasında geçmiş, önemli bir yere sahiptir. İngiliz tarihçi Edward H. Carr “Tarih Nedir?” adlı kitabında tarihi, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog olarak ifade etmektedir. İnsan, tarih bilimiyle geçmişi sorgulayarak geleceğine yön vermektedir. “Nereden gelip, nereye gidiyoruz?” sorusunun cevabını tarihin ışığında aramaktadır. Böyle insan, geçmişini tarih aracılığıyla anlamaya ve sorgulamaya çalışmaktadır.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-16572540986348398532011-01-21T10:30:00.000-08:002011-01-21T10:30:52.401-08:00Tarihte Sebep-Sonuç ve Yer-Zaman İlişkisi<div class="entry-content"> Bir olayın tarihî olay kapsamı içerisinde değerlendirilebilmesi için olayın yeri ve zamanı bilinmeli ve olayın üzerinden belli bir zaman geçmişi olmalıdır. Tarihî olaylar belirli bir coğrafyada gerçekleşir ve bu coğrafyanın olayın oluşumu ve gelişiminde etkisi vardır. Bu nedenle olayların sebep ve sonuçlarının bütün yönleriyle anlaşılıp açıklanabilmesi için olayın geçtiği mekânın bilinmesi gerekir.<br />
<br />
Tarihi olaylar süreklilik gösterdiği için olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi vardır; bir olay kendinden önceki bir olayın sonucu ve kendisinden sonraki bir olayın sebebini oluşturabilir. Bu nedenle tarihte zaman ve kronoloji son derece önemlidir. Olayların üzerinden belli bir zamanın geçmesi ise olayın sonuçlarının ve etkilerinin tüm yönleriyle görülüp analizinin yapılması ve hangi olayın nedeni ya da sonucu olduğunun tespit edilmesi açısından önemlidir.</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-64187020229140940262011-01-21T10:27:00.000-08:002011-01-21T10:28:53.777-08:00Tarih Biliminin Yöntemi Bir sonuca ulaşmak için bilim ve mantığa uygun biçimde yapılan araştırma şekline yöntem denir. Her bilim dalı mutlaka bir yöntem kullanmak zorundadır. Sosyal bilimler ve fen bilimlerinin yöntemleri birbirinden farklıdır. Fen bilimleri; gözlemlere deneylere, laboratuvar ölçümlerine, formüllere, kural, yasa ve sonuçlara dayalı bir yöntem kullanır. Sosyal bir bilim olan tarih ise geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayları konu edinir. Bu nedenle geçmişte yaşanmış olayları yeniden deneye tabi tutmak ve olayla ilgili genel kanunlara ulaşmak mümkün değildir. Ayrıca geçmişteki bir olayın aynı şartlarda tekrarlanması da imkânsızdır. Tarihi, bilim hâline getiren araştırıcılığı ve sorgulayıcılığıdır.<br />
<br />
Tarihin yönetimi tarihî olayları inceleyerek anlamak ve açıklamaktır. Tarihî olaylar hakkında doğru bilgi edinmek ancak o dönemden kalan ve olaya tanıklık edebilecek belge ve bulguların değerlendirilmesi ile mümkündür. Bu değerlendirilmede sistematik bir yöntem izlenir.<br />
<br />
Tarih yönteminin bilimi beşe ayrılır.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><b>Tarih Biliminin Yönteminde Kullanılan 5 Aşama</b></div><div style="text-align: center;"><br />
</div><table border="2" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 160px; width: 280px;"><tbody>
<tr> <td bgcolor="#66ff99"><b>a. TARAMA<br />
(Kaynak Arama)</b><br />
Tarihe kaynaklık<br />
edebilecek her<br />
türlü bilgi ve verilerin<br />
bulunması aşamasıdır.</td> </tr>
</tbody> </table><table border="2" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 160px; width: 283px;"><tbody>
<tr> <td bgcolor="#ff9966"><b>b. TASNİF<br />
(Sınıflandırılma)<br />
</b>Toplanan verilerin<br />
bir sistem dahilinde<br />
sınıflandırılması<br />
aşamasıdır.</td> </tr>
</tbody> </table><table border="2" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 208px; width: 280px;"><tbody>
<tr> <td bgcolor="#ffff99"><b>c. TAHLİL<br />
(Çözümleme)<br />
</b>Elde edilen verilerin<br />
kaynak ve bilgi<br />
yönünden yeterli<br />
olup olmadığının<br />
kontrol edilmesi<br />
aşamasıdır.</td> </tr>
</tbody> </table><table border="2" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 235px; width: 281px;"><tbody>
<tr> <td bgcolor="#66ccff"><b>d. TENKİT<br />
(Eleştiri)<br />
</b>Toplanan verilerin<br />
gerçekliği ve bilgi<br />
açısından güvenirliğinin<br />
tespit edildiği<br />
aşamadır.</td> </tr>
</tbody> </table><table border="2" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 282px; width: 288px;"><tbody>
<tr> <td bgcolor="#ffccff"><b>e. TERKİP<br />
(Sentez)<br />
</b>Toplanan verilerin<br />
birleştirelerek sonuca<br />
ulaşılması aşamasıdır. Bu aşamada olaylar değişik<br />
açılardan (kültürel, ekonomik vb.) incelenerek sonuca ulaşılır.</td> </tr>
</tbody> </table>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-73828312790062306102011-01-21T10:22:00.000-08:002011-01-21T10:23:14.925-08:00Yüzyıl ve Milat Kavramları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="420" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGyn1EPgGjYcX261wgzdcC8I4unS9JN8NLsNn7ywUixZPT54cd8yNmkq_hsTLnXyWT8rsTtnfjt_wMvjY_13mdsXFN2-cA7GuXGtT9zMxcTOlXESG4eq7eRK7e71HP568TQIu1Nx6HNptZ/s640/yuzyilinkavramlari.png" width="640" /></div><br />
<br />
Yukarıdaki resimde yüzyıl ve milat kavramları yer almaktadır.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-13411536625846004672011-01-21T10:13:00.000-08:002011-01-21T10:14:12.025-08:00Türklerin Kullandığı Takvimler Türklerin ilk kullanmış oldukları takvim; güneş yılını esas alan ve yılların hayvan isimleriyle belirtildiği on iki hayvanlı Türk takvimidir.<br />
<br />
Türkler islamiyetin kabülünden sonra hicri takvimi kullanmaya başlamışlardır. Büyük Selçuklular döneminde Sultan Melik Şah tarafından yaptırılan ve güneş yılı esas alınan Celali takvim kullanılmışmıştır.<br />
<br />
Osmanlılar Devleti’nde mali işlerde güneş yılı esasına göre düzenlenen Rumi takvim kullanılmaya başlandı. 1917 yılında ise Takvim-i Garbi adıyla Miladi takvime yakın bir takvim kullanılmıştır.<br />
<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra ise 26 Aralık 1925′te Miladi takvim kabul edildi ve 1 Ocak 1926′dan itibaren kullanılmaya başlandı.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"> <b>Türklerin Kullandığı Takvimler Tablo Halinde Sırasıyla</b></div><div style="text-align: left;"><b> </b></div><table border="1" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 313px; text-align: center; width: 619px;"><tbody>
<tr> <td><div style="text-align: center;"><b>12 Hayvanlı Türk Takvimi<br />
</b></div><div style="text-align: left;"><b>Takvimin Adı:</b> 12 Hayvanlı Türk Takvimi</div><div style="text-align: left;"><b>Esas Aldığı Yıl Sistemi:</b> Güneş</div><div style="text-align: left;"><b>Özellikler:</b><br />
<b>-</b> Her yıl bir hayvan adıyla anılır.<br />
<b>-</b> 1 yıl 365 gün, 5 saat olarak kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> 12 yılda 1 devir yapar. Yıllar sayı ile değil, hayvan adlarıyla gösterilir.<br />
<b>-</b> Aylar sayılarla belirtilmiştir.<br />
<b>-</b> Bu takvim Türklerden başka Çinliler, Tibetliler tarafından da kullanılmıştır.</div></td> </tr>
</tbody> </table><br />
<table border="1" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 327px; text-align: center; width: 619px;"><tbody>
<tr> <td><div style="text-align: center;"><b>Hicri Takvim</b></div><div style="text-align: left;"><b>Takvimin Adı:</b> Hicri Takvim<br />
<b>Esas Aldığı Yıl Sistemi:</b> Ay<br />
<b>Özellikler:</b><br />
<b>-</b> Bir yıl 354 gündür. Kamerî (ay) takvim olarak da bilinir.<br />
<b>-</b> Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini (622) başlangıç yılı olarak esas almıştır.<br />
<b>-</b> Hz. Ömer Döneminde oluşturulmuştur.<br />
<b>-</b> Ülkemizde 1 Ocak 1926′ ya kadar yürürlükte olan bu takvim, günümüzde sadece dinî ay ve günlerin belirlenmesinde kullanılmaktadır.</div></td> </tr>
</tbody> </table><br />
<table border="1" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 281px; text-align: center; width: 629px;"><tbody>
<tr> <td style="text-align: center;"><b>Celali Takvim</b> <br />
<div style="text-align: left;"><b>Takvimin Adı:</b> Celali Takvim<br />
<b>Esas Aldığı Yıl Sistemi:</b> Güneş<br />
<b>Özellikler:</b><br />
<b>-</b> Bir yıl 365 gün 6 saat olarak kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından yaptırılmıştır.<br />
<b>-</b> Takvimin başlangıç tarihi olarak 1079 yılı kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Babür Devleti tarafından da kullanılmıştır.</div></td> </tr>
</tbody> </table><br />
<table border="1" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 272px; text-align: center; width: 633px;"><tbody>
<tr> <td style="text-align: center;"><b>Rumi Takvim</b> <br />
<div style="text-align: left;"><b>Takvimin Adı:</b> Rumi Takvim<br />
<b>Esas Alındığı Yıl Sistemi:</b> Güneş<br />
<b>Özellikler:</b><br />
<b>-</b> Bir yıl 365 gün 6 saat olarak kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Takvimin başlangıç tarihi olarak hicret kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Gündelik hayatta hicri takvim kullanılırken 1839 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nde mali işlerde (vergi, maaş vb.) aksama olmaması için kullanılmıştır.</div></td> </tr>
</tbody> </table><br />
<table border="1" cellpadding="1" cellspacing="1" style="height: 365px; text-align: center; width: 637px;"><tbody>
<tr> <td style="text-align: center;"><b>Miladi Takvim</b> <br />
<div style="text-align: left;"><b>Takvimin Adı:</b> Miladi Takvim<br />
<b>Esas Alındığı Yıl Sistemi:</b> Güneş<br />
<b>Özellikler:<br />
- </b>Bir yıl 365 gün 6 saat olarak kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Gregoryen takvimi olarak da bilinir.<br />
<b>-</b> Başlangıç olarak 1 Ocak tarihi kabul edilmiştir.<br />
<b>-</b> Miladi takvimin ilk şekli Mısırlılara aittir.<br />
<b>-</b> Romalılar ve Para XIII.Gregorious tarafından geliştirilmiştir.<br />
<b>-</b> Hz. İsa’nın doğumu takvim başlangıcı olarak kabul edildiğinden bu takvime miladi takvim adı verilmiştir.<br />
<b>-</b> Ülkemizde 1 Ocak 1926′dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.</div></td> </tr>
</tbody> </table>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-88306313275263433272011-01-21T10:05:00.000-08:002011-01-21T10:09:35.397-08:00Atatürk’ün Tarih Öğrenimine Verdiği Önem<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" class="aligncenter size-full wp-image-199" height="375" src="http://img411.imageshack.us/img411/8728/tarihkurumuveataturk.jpg" title="tarih kurumu ve atatürk" width="550" /></div><br />
<br />
<br />
Tarihe büyük ilgi duyan Atatürk, “<b>Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur.</b>” diyerek tarih öğrenimine verdiği önemi göstermiştir. O, Türklüğün bütün özelliklerini, niteliklerini dile getirmekle kalmamış, Türk gencine kendi tarihini öğrenmeyi bir hedef olarak göstermiştir.<br />
<br />
Atatürk Türk ve dünya tarihinin araştırılması konusunda büyük gayret göstermiştir. O bu konuda şöyle demektedir: “Türk milletinin tarihi, şimdiye kadar sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir. Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlerlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihada bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra Türk tarihinin doğru kaynaklara dayandırılarak araştırılmasına büyük önem vermiştir. Türk tarihi ile ilgili bilimsel çalışmalar yapılabilmesi için 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini kurdurmuştur. Atatürk mirasının bir bölümünü, daha sonra adı Türk Tarih Kurumu olan bu cemiyete bırakmıştır.<br />
<br />
<br />
<b>Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-67446915877734920302011-01-21T10:02:00.000-08:002011-01-21T10:02:42.614-08:00Sarıkamış Harekâtı<div class="entry-content"><div style="text-align: center;"><img alt="" class="alignleft size-full wp-image-227" height="507" src="http://img69.imageshack.us/img69/7494/sarikamisharekati.jpg" title="sarıkamış harekatı" width="435" /> </div><div style="text-align: center;"> <b> </b> </div><div style="text-align: center;"><b>Sarıkamış Harekâtı (22 Aralık 1914)</b></div><div style="text-align: center;"><br />
</div> Sarıkamış Harekâtı, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti tarafından Rus Çarlığına karşı düzenlenmiş ve Osmanlı Devleti için büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır.<br />
<br />
Sarıkamış, Berlin Antlaşması (1878) ile Rusya’ya verilmişti. 1914 yılında Başkomutan Vekili Enver Paşa, Sarıkamış’ı geri almak amacıyla 19 Aralık tarihinde harekât planını kurmaylarına sunmuş ve harekâtın yapılmasına karar vermişti.<br />
<br />
Harekâta katılan Türk askerlerinin büyük bir kısmı teçhizat yönünden iklim şartlarına karşı hazırlıksızdı. 3. Ordunun 9, 10 ve 11. kolorduları, 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Sarıkamış Harekâtı’na başladı. Ayrıca, gerilla savaşı yapan Türk çeteleri de Ardahan’a hareket etti. 3. Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağları’nı aşarken zor kış şartları sebebiyle gerek sayı gerekse teçhizat yönünden büyük kayıp verdiler.<br />
<br />
Türk çeteleri de 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu başkumandanı, 3. Ordunun ilerleyişi üzerine, telsiz ve telgraf aracılığıyla müttefiklerine: “Kış şartlarından dolayı Türk ordusu durdurulamıyor. İkinci bir cephe açılarak Türk ordusu bu cepheye yönlendirilmeli. Bu yapılamazsa Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçeçek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.<br />
<br />
Her şey Türk ordusunun lehine iken kış şartları 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da ağırlaştı. Kar, yolları kapadı. Çadırlara zarar verdi.Arkasından da dondurucu soğuklar bastırdı. Türk ordusu soğuk ve salgın hastalıklar nedeniyle büyük kayıplar verdi. Bu harekâtta Ruslar, 32.000 kayıp verdiler.<br />
<br />
Sarıkamış Harekâtı; düşman kuvvetleri arkadan kuşatmayı hedef alan, başarılı bir plandı. Ancak iklim şartlarının dikkate alınmaması bu planı başarısız kıldı.<br />
<br />
<br />
<b>Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım. </div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-89998457434603280872011-01-21T09:58:00.000-08:002011-01-21T09:58:55.161-08:00Tarih Öncesi ÇağlarYazılı kayıt ve belgelerin olmadığı Tarih Öncesi Çağlar hakkında tarih bilimi en çok arkeolojiden yararlanır. Bu döneme ait bilgiler daha çok arkeolojik bulgulardan elde edilir. Yeni bulgularla birlikte döneme ait bilgilerimiz de değişebilir. Tarih Öncesi Çağlar veya Tarih Öncesi Devirler Taş Çağı ve Maden Çağı olarak ikiye ayrılır. <br />
<ul><li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/tas-devri.html"><span style="color: #743399;">Taş Çağı (MÖ 600.000-5.500)</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/maden-cag.html"><span style="color: #743399;">Maden Çağı (MÖ 5500-1200)</span></a></li>
</ul>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-53653099100419155242011-01-21T09:51:00.000-08:002011-01-21T09:53:43.882-08:00Taş Devri Taş Çağı üçe ayrılır; <br />
<ul><li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/eski-tas-cag.html"><span style="color: #743399;">Eski Taş (Paleotilik) Çağı (MÖ 600.000-10.000)</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/orta-tas-cag.html"><span style="color: #743399;">Orta Taş (Mezolotik) Çağı (MÖ 10.000-8.000)</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/yeni-tas-cag.html"><span style="color: #743399;">Yeni Taş (Neolitik) Çağı (MÖ 8000-5500)</span></a></li>
</ul>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-62516526779360199392011-01-21T09:41:00.000-08:002011-01-21T09:41:44.525-08:00Eski Taş Çağı<div class="entry-content"><b> Eski Taş (Paleolitik) Çağı (MÖ 600.000-10.000):</b> Yüz binlerce yıl süren bu dönem insanlık tarihinin en uzun dönemidir. Genellikle çakmak taşlarının yontulmasıyla şekillendirilmiş kesici, delici ve kazıcı aletler bu dönemin en belirgin buluntularıdır.<br />
<br />
Tarihin bu döneminde insanlar tamamen doğaya bağlı kalmış, avcılık ve toplayıcılık ile hayatlarını sürdürmüşlerdir. Hayvan postlarından giysi yaparak soğuktan korunmuşlardır. Mağara ve kaya sığınaklarını barınak olarak kullanmışlardır. Bu çağın sonlarına doğru mağara duvarlarına hayvan ve av sahneleri resimleri yapmışlardır.<br />
<br />
Dünyada Paleolitik Döneme ait ilk izlere İspanya’daki Altamira, Fransa’da Lasque (Laskö) mağaralarında rastlanmıştır. Türkiye’de bu döneme ait kalıntıların bulunduğu yerlere Antalya’da Karain, Beldibi ve Belbaşı; İstanbul’da Yarımburgaz mağaraları örnek gösterilebilir. Yarımburgaz Mağarası, Türkiye’deki bilinen en eski yerleşim yeridir.<br />
<br />
Yüz binlerce yıl süren bu dönem insanlık tarihinin en uzun dönemidir. Genellikle çakmak taşlarının yontulmasıyla şekillendirilmiş kesici, delici ve kazıcı aletler bu dönemin en belirgin buluntularıdır.<br />
<br />
Tarihin bu döneminde insanlar tamamen doğaya bağlı kalmış, avcılık ve toplayıcılık ile hayatlarını sürdürmüşlerdir. Hayvan postlarından giysi yaparak soğuktan korunmuşlardır. Mağara ve kaya sığınaklarını barınak olarak kullanmışlardır. Bu çağın sonlarına doğru mağara duvarlarına hayvan ve av sahneleri resimleri yapmışlardır.<br />
<br />
Dünyada Paleolitik Döneme ait ilk izlere İspanya’daki Altamira, Fransa’da Lasque (Laskö) mağaralarında rastlanmıştır. Türkiye’de bu döneme ait kalıntıların bulunduğu yerlere Antalya’da Karain, Beldibi ve Belbaşı; İstanbul’da Yarımburgaz mağaraları örnek gösterilebilir. Yarımburgaz Mağarası, Türkiye’deki bilinen en eski yerleşim yeridir.</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-41663244829290919392011-01-21T09:38:00.000-08:002011-01-21T09:42:03.541-08:00Orta Taş Çağı<div class="entry-content"><b> Orta Taş (Mezolotik) Çağı (MÖ 10.000-8.000):</b> Bu dönemde insanlar, Eski Taş Çağında olduğu gibi hayatlarına avcılıkta ve toplayıcılıkta sürdürmüşler; mağara ve kaya sığınaklarında yaşamaya devam etmişlerdir. Daha sonra buzullar erimeye başlamış ve bu dönemin sonlarına doğru ateş bulunmuştur.<br />
<br />
Bu çağın en özgün buluntuları çakmak taşından yapılmış, mikrolit adı verilen ve günlük yaşamda kullanılmaya yönelik küçük araç gereçlerdir. Orta Asya’da Mezolotik Çağa ait en eski yerleşim yeri Güney Tacikistan’daki Kuldara (Ceyhun Nehri’nin yukarı kısmı) bölgesidir. Türkiye’de bu dönemi aydınlatan merkezlerden bazıları Antalya’da Beldibi, Ankara’da Macunçay, Göller yöresinde Baradiz, Samsun’da Tekkeköy mağaralarıdır.</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-34614311501216789532011-01-21T09:29:00.000-08:002011-01-21T09:31:01.583-08:00Yeni Taş Çağı<div class="entry-content"><b> Yeni Taş (Neolitik) Çağı (MÖ 8000-5500):</b> Mağara ve kaya sığınaklarında yaşayan insanlar ovalara ve su kenarlarına inmişler; toprağı işlemeye başlayarak tarımsal üretime geçmişlerdir. İlk kez köylerin kurulduğu bu dönemde insanlar kendilerine ağaç dallarından ve kamışlardan kulübeler yapmışlar; korunmak amacıyla kulübelerini çamurla sıvamışlar, köylerin etrafını hendek ve çitlerle çevirmişlerdir. Bu çağda insanlar, yiyecek ve içeceklerini muhafaza etmek için kilden küp, çanak, çömlek yapmışlardır. Bazı bitkilerin liflerinden elbise dikmişlerdir. Köpek, at, koyun, keçi, sığır gibi hayvanları evcilleştirilmiştir.<br />
<br />
Yeni Taş Çağına önce Ön Asya’da (Mezopotamya, Anadolu, İran, Suriye) girmiştir. Türkiye’de bu çağa ait kalıntılara Konya yakınlarında bulunan Çatalhöyük, Diyarbakır yakınlarında bulunan Çayönü ve Gaziantep Sakçgözü’nde rastlanmıştır. Çayönü Türkiye’de ve Güneydoğu Avrupa’da Yeni Taş Çağında kurulan ilk köy yerleşim yeri, Konya’da bulunan Çatalhöyük ise insanlık tarihinin ilk şehir yerleşmesi olarak kabul edilmektedir.</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-67528409074584502072011-01-21T09:25:00.000-08:002011-01-21T09:42:21.426-08:00Maden Çağı<div class="entry-content"> Maden Çağı üçe ayrılır;<br />
<ul><li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/bakr-cag.html"><span style="color: #743399;">Bakır (Kalkolitik) Çağı</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/tunc-cag.html"><span style="color: #743399;">Tunç Çağı</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/demir-cag.html"><span style="color: #743399;">Demir Çağı</span></a></li>
</ul></div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-65110548596054466982011-01-21T09:22:00.000-08:002011-01-21T09:22:16.538-08:00Bakır Çağı<div class="entry-content"><b> Bakır (Kalkolitik) Çağı: </b>Taş Çağının sonlarına doğru maden keşfedilmiştir. İnsanların ilk buldukları ve kullandıkları maden bakırdır. Bakırın tabiatta bol bulunması ve kolay işlenir olmasından dolayı bu madenden silah, günlük kullanıma yönelik kap kacak yapılmıştır. Altın ve gümüş madenleri daha çok süs eşya yapımında kullanılmıştır. Madenin insan yaşamına girmesiyle tarımda bereket simgeleyen madenî heykelcikler yapılmaya başlanmıştır.<br />
<br />
Türkiye’de bu döneme ait merkezler arasında Çorum’da Alacahöyük, Denizli’de Beycesultan, Çanakkale’de Kumtepe ve Truva, Samsun’da İkiztepe gibi yerleşim yerleri bulunmaktadır.</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-51361467260229703012011-01-21T09:18:00.000-08:002011-01-21T09:18:02.571-08:00Tunç Çağı<div class="entry-content"> <strong> Tunç Çağı: </strong>İnsanlar zamanla bakırla birlikte kalayı eriterek daha sert bir karışım olan tuncu elde ettiler. Bu dönemde site adı verilen ilk şehir devletleri kurulmuş, bunun ardından Mezopotamya’da Sümer ve Akad; Anadolu’da Hitit Devleti gibi ilk büyük devletler ortaya çıkmıştır.<br />
<br />
Türkiye’de bu dönemi aydınlatan en önemli merkezler arasında Ankara’da Ahlatlıbel, Kayseri’de Kültepe yer almaktadır.<br />
</div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-4579178418726197902011-01-21T09:14:00.000-08:002011-01-21T09:18:38.033-08:00Demir Çağı<div class="entry-content"><b> Demir Çağı: </b>Demirin bulunup işlenmesi insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biridir. Başlangıçta “dövme” tekniği ile demirden az sayıda araç üretilebilmiştir. Bu çağda üretim artmış, ticaret ve silah yapım teknikleri gelişmiştir. Küçük şehir devletlerinin yerine büyük devletler almaya başlamıştır. Bu devrim sonunda yazının bulunmasıyla Tarih Çağlarına geçilmiştir.<br />
<br />
Anadolu’daki bazı yerleşim yerleri, tarih öncesi çağlarda kurulmuş, varlıklarını daha sonraki dönemlerde de devam ettirmiştir. Burdur’da Hacılar, Çanakkale’de Truva, Yozgat’ya Alişar, Çorum’da Alacahöyük bu tür yerleşmelere örnek gösterilebilir.<br />
<br />
<img alt="" class="size-full wp-image-270 alignleft" height="474" src="http://img508.imageshack.us/img508/39/canakkaletruva.jpg" title="çanakkale truva" width="640" /><br />
<br />
Hacılar Höyüğü’nün etrafı duvarlarla çevrilidir. Bu duvar, düşman tehlikesine karışı yapılan surların ilk örneklerindendir.<br />
<br />
Truva’da yapılan kazılarda üst üste dokuz şehir kurulduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu şehirlerin ilk beşi, Tarih Öncesi Çağlara, dördü ise İlk Çağa aittir. Alişar’da yapılan kazılarda buranın yedi yerleşim katında oluştuğu anlaşılmıştır. Bunlardan ilk üçü, Tarih Öncesi Çağlara, dördü ise İlk Çağa aittir. Alişar’dan elde edilen buluntulardan burada yaşayanların çanak ve çömlek yapımında ilerlemiş oldukları anlaşılmaktadır.<br />
<br />
Alacahöyük ise dört yerleşim merkezinden oluşmaktadır. Bunlardan ilk ikisi tarih öncesine diğerleri İlk Çağa aittir. Kazılarda bulunan altın gümüş ve bakırdan yapılmış güneş kursları, Orta Anadolu’da ileri bir uygarlığın varlığını göstermektedir.<br />
<br />
<b>Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım. </div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-35154103593064715852011-01-21T09:09:00.000-08:002011-01-21T09:11:43.785-08:00Önermeler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="242" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZmXumY-IqaO1t7oerPB76S_RFSx_1tlTgORUCP07Drtd8Zp2NWuoRsG7EdsQAs4asqct2W2IY2eNcm1GEp3MuegNnodsiX0Aez9BFfo_gyaQKvPRb2qGBtz7P4ukD0zm4sDkmKHqSwrGr/s640/onermeler.png" width="640" /></div><br />
:) Bu incelemeden aşşağıdaki sonuçları elde edebiliriz: <br />
<ol><li> Her bir gruptaki her sözcük yalnız bir bilim dalı ile doğrudan ilişkilidir. Yani birinci gruptakiler coğrafya, ikinci gruptakiler, Türkçe ve üçüncü gruptakiler matematik bilimi ile doğrudan ilişkilidir.</li>
<li> Üç grupta yer alan sözcüklerin ortak yanı ise her sözcüğün bir bilim dalına ait özel bir anlamı ortaya koymasıdır. Bu anlam o bilim dalı ile birlikte anılır.</li>
</ol> Böylesine bir bilim dalı ile birlikte ana anlamı bulunan sözcüklere, o bilim dalının özel sözcükleri ya da <b>terimleri</b> denir. Bu durumda şunları söyleyebiliriz: Birinci gruptaki sözcüklerin her biri bi coğrafya, ikinci gruptaki sözcüklerin her biri bir Türkçe ve üçüncü gruptaki sözcüklerin her biri ise bir matematik terimidir.<br />
Bir terimin anlamını belirlemeye o terimi tanımlamak denir. Matematikte herhangi bir terim kendisinden önce tanımlanmış olan terimlerden yararlanarak tanımlanırsa bu terime <b>tanımlı terim</b> denir. Örneğin matematikte küp, denklem, rakam ve integral; Türkçede paragraf, parantez, virgül gibi terimler tanımlı terimlerden bazılarıdır. Bazı terimleri ise tanımlayamayız, sezgi yoluyla bu terimleri kavrarız. Örneğin matematikteki nokta, doğru, düzlem ve uzay tanımsız terimlerden bazılarıdır. Bu terimlere <b>tanımsız terimler</b> denir.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-42229671934148388962011-01-21T08:59:00.000-08:002011-01-21T09:00:37.292-08:00P ve Q ÖnermeleriMatematikte kesin bir hüküm verebildiğimiz ifadelere <b>önerme</b> adı verildiği bilinmektedir. Matematiksel mantık, önermelerle uğraşır. Her önerme bir yargı, bir bildirim, bir bilgidir. Günümüzde matematiksel mantık ya da<b> Boole (Boyl)</b> mantığının evrensel yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Yani matematiksel mantık dile, dine, çevre koşullarına vb. bağlı değildir.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><b>P ve Q Önermeleri Soruları</b></div><div style="text-align: center;"> </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="220" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-qL6YRSAHP7IpBaUOJyfrHOTyPS5DvF7PU5KDDNM6edG10q-LoRKBkLY1l7JP-4pUlnX5i7E70jtk0E64fh4OvZZ4UgW3h9uEJ7jWkvU_ydUmm9kpNWv7h-jwVDqvj_tclffrGBadaGZ8/s320/onermelereornek.png" width="320" /></div><div style="text-align: center;"><br />
</div><div style="text-align: center;">Bir p önermesi için şunlar söylenebilir;</div><div style="text-align: center;">p önermesi doğru olabilir.</div><div style="text-align: center;"> p önermesi yanlış olabilir.</div><div style="text-align: center;"><br />
</div>p önermesi için iki farklı doğruluk durumu vardır.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-53391628616662701832011-01-21T08:38:00.000-08:002011-01-21T08:54:16.374-08:00Eski Çağlarda Keşfedilen Maddeler<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfmgUivmqEnhI6EdBNy2lLTp4Q0_7IFABecaRd_hAKdCYmDjQz1-eQYbRQGL2b0aUP-ej0uFhVw6ShxUiTo7NsFeMvgh27wDHTQ-npKJRuAUNIIHUxVQKXqw1kMPt_7lvPxIZsEgT_kdg9/s1600/malahit.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="125" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfmgUivmqEnhI6EdBNy2lLTp4Q0_7IFABecaRd_hAKdCYmDjQz1-eQYbRQGL2b0aUP-ej0uFhVw6ShxUiTo7NsFeMvgh27wDHTQ-npKJRuAUNIIHUxVQKXqw1kMPt_7lvPxIZsEgT_kdg9/s200/malahit.jpg" width="200" /></a> İnsanlar, temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra dış görünümüne önem vermeye başladılar. Güzelleşmek için çeşitli yöntemlere başvuran insanlar yüzünü bitkisel ve madensel boyalarla boyadı. Örneğin, Eski Mısır’da insanlar göz çevresindeki bölgeyi “kohl” (sürme) denen yeşil ya da siyah boyalarla renklendiriyorlardı. Yeşil boya maddesinin malahit (Sağ Yandaki Resim), siyahın ise toz hâldeki kurşun(II) sülfür olduğu sanılmaktadır. Benzer amaçla antimon(III) sülfür, bakır(II) oksit ve mangan(IV) oksit de kullanılmaktaydı.</div><br />
İnsanoğlunun var olduğu günden beri hep arayış içindedir. Bu arayış, kendini koruma ve yaşamını sürdürebilme ihtiyacından doğmuş ve insalığın gelişimine katkıda bulunmuştur. İnsanlar, yıldırımların ormanlara düşmesi, şiddetli fırtınalarda ağaç dallarının birbirine sürtmesi ve yanardağdan akan lavların oluşturduğu doğal yangılar vb. olaylarla ateşi tanıdı.<br />
<br />
<div class="separator" imageanchor="1" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="148" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhp_U_dShGNP77Ne4kMGKHT6Kv7gh2iBPcIA_LG4F54i63HskIcB36rtEdSf1kPZMmjD9MD_M0R-7IGfleav4PeIodFt0oM6vhrVDjjMNG4Y13jm_Hvqy7G6GQ8VuJ7Oa0bWqXc5MTu1kya/s640/eski+caglarda+kesfedilen+maddeler.jpg" width="640" /></div> <br />
Yiyecekleri pişirmek için kap arayışında olan insanoğlu sınama-yanılma yoluyla toprağı işleyebileceğini gördü ve topraktan kaplar yaptı (En Üstte Sol Yandaki Resim).<br />
<br />
İnsan, ateşin maddeleri yaktığını ve erittiğini keşfetmişti. İnsalar bazı madenleri eritip karıştırarak kullanmaya başlamışlardı.<br />
<br />
İnsanoğlu önce avladıkları hayvanların kürkleri ile vücutlarını örterken daha sonra bu kürkleri işleyerek giyecek ihtiyacını karşılamıştır.<br />
<br />
İnsanın sınama-yanılma yoluyla keşfettiği maddelerden biri de tuzdur. Tarih boyunca önemli bir ticaret maddesi olan tuz, bazı bölgelerde o kadar değerli olmuş ki insanlar altını tuzla değiştirmişlerdir.<br />
<br />
Eski Çağ insanlarının, yararını keşfettiği maddelere tuzun yanında, göztaşı [bakır(II) sülfat, CuSO<sub>4 </sub>] ve şağ [potasyum alüminyum sülfat, KAl(SO<sub>4</sub>)<sub>2</sub> 12H<sub>2</sub>O] gibi maddeler de örnek olarak verilebilir. İnsanoğlu keşfettiği bu maddeleri hastalıklardan korunma ve tedavi amacıyla da kullanmıştır.<br />
<br />
Hastalıklardan korunma ve tedavi amacıyla bitkiler de kullanılmıştır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="188" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzyi9uRfMaAk76-6DGUjHpObrY0uRBvvbTFINuqp5gwQoAPbErWBcEOg6jjZVYDwjQocIZvP8r6Yt3QjHxmCXDson3IDeQamuh9iq6U2EayqVzQGReJqtLPlZeR8MYnEYtyNjtmi9x2nzB/s640/eski+caglarda+korunmak+icin+kullanilan+bitkiler.jpg" width="640" /></div> Eski dönemlerden beri tedavi ve boyama amaçlı kullanılan bazı bitkiler (A) safran, (B) maydanoz, (C) ısırgan otu<br />
<br />
Yıllar boyunca tedavi amacıyla kullanılan bitkiler bugün de modern eczacılığın kullandığı ham maddelerin temelini oluşturur. Örneğin rezene, maydanoz gibi bitkiler Eski Çağlardan beri tıpta kullanılmaktadır. İnsalar çeişitli deneyimler sonucunda gaz şişkinliği, sindirim bozukluğu, iştahsızlık gibi hastaklıkları tedavi için belirli bir miktar maydanozu çiğ olarak tüketmeleri gerektiğini keşfetmişlerdir. Benzer şekilde göz taşı özellikle zehirlenen insanları rahatlatmak amacıyla şağ çözeltileri ise yaraların üzerine kapatılan sargılarda kullanılmıştır. Bitkisel kökenli ilaçların ham maddeleri olarak çam, terebentin, kendir, safran, ısırgan otu vb. sayılabilir. Hastalıkları bitkilerle tedavi etmeyi öğrenen insanoğlu ölüme de çare bulma uğraşı içine girmiştir. Lokman Hekim gibi eski dönem şifacıları ölümsüzlük iksiri için uğraşanların başına yer almıştır. İnsanoğlu ölüme çare bulamamış fakat deneme-yanılma yoluyla bazı hastalıkları tedavi etmeyi öğrenmiştir. Örneğin mide üşütmelerinde nanenin limon kabuğuyla kaynatılarak, kullanılmasının iyi geldiği keşfedilmiştir. Bugün de bu tarz hastalıklarda limon kabuğu ve nane kaynatılarak içilmektedir.<br />
<br />
Bitkileri, hastalıkları tedavi için kullanan insanlar, elde ettileri ürünlerin dayanıklılığını artırmak ve uzun süre bozulmadan saklamak için de çareler aramışlardır. Kükürt buharı ile ağartma ve bandırma gibi çeşitli yöntemler kullanılmıştır. Kükürt buharı ile sarartılan ürünlere kuru kayısı, kuru incir, kuru üzüm örnek verilebilir.<br />
<br />
İnsaoğlu giysilerin boyanmasında da bitkileri kullanmıştır. Hayvanların yünlerinden yaptığı giyecekleri, Kıbrıs taşı [demir(II) sülfat, FeSO<sub>4</sub>], şap ve alizarin gibi boyar maddelerle boyamıştır. Giyecekleri; kıbrıs taşının koyu mavi, şapın sarı, alizarinin ise turuncu renge boyandığı görmüştür.<br />
<br />
<b> Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-21501669512002039242011-01-21T08:27:00.000-08:002011-01-21T08:28:32.852-08:00Simya İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamasında deneme-yanılma yoluyla keşfettiği deneyimler daha sonra onların kısa sürede zengin ve ölümsüz olma hayallerine kapılmasına neden olmuştur.<br />
<br />
İnsanların zengin olma hayali, diğer madenleri en değerli maden olan altına çevirme çabasıyla başlar. İlk Çağlardan beri altın hep değerli olmuştur. Değersiz madenleri altına çevirme, bütün hastalıkları iyileştirebilme ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksiri bulma uğraşına <b>simya </b>(alşimi), bu işle uğraşanlara da <b>simyacı</b> (alşimist) denir.<br />
<br />
Simyacı teorik temelleri olmayan deneme ve yanılmaya dayanan çalışmaları içerdiği ve sistematik bilgi birikimi sağlayamadığı için bilim değildir. Ancak simyacıların kimyaya geçişin öncüleri olduğu, pek çok araç ve gereç geliştirdikleri göz ardı edilmemelidir. Örneğin; simyacılar 17. yy ortalarına doğru maddedeki elementlerden birinin yanmaya neden olduğunu ileri sürmüşler ama bu görüş ateşin maddesel bir cisim olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Alman simyacı Johan Joachim Becher (Yohan Yoakhim Beker) (1635-1682) bu öneriyi gözden geçirerek “Terra Pinguis” (Terra Pinguis) olarak adlandırılan “ateş elementi”nin yanma sırasında kaçıp giden bir nesne olduğunu varsaymıştır. Daha sonra bu nesne “filojiston” (ateş ruhu) olarak adlandırılmıştır.<br />
<br />
Yanma olayı, yanlıi da olsa yapılan ilk tanımlamaya göre yanıcı olan cisimler ve yanıcı olmayan filojistondan oluşmuştur. Becher’e göre metal oksitler birer element, metaller ise kül (metal oksit) ve filojistondan oluşan birer bileşiktir. Oysa günümüzde bu tanımlamalar tamamen farklı yapılmaktadır.<br />
<br />
Simyadan kimya bilimine aktarılan önemli bulgular arasında barut, madenlerin işlenmesi, metaller üzerindeki çalışmalar, mürekkep, kozmetik, boya üretimi, deri boyaması, seramik, cam ve esans üretimi vb. sayılabilir.<br />
<br />
Roma ve Bizans İmparatorluklarında, daha sonra da İslam ülkelerinde kimya alanında pek çok ilerleme olmuştr. “Dört öge kuramı” (su, toprak, ateş, hava) ve elementlerin dönüşümüne ilişkin düşünceler, İskenderiye’de ve daha sonra da İslam âlimleri Cabir, Razi ve İbni Sina tarafından geliştirilmiştir.<br />
<br />
Kimya pratiği açısından Arap âlimleri, daha önceleri keşfedilmiş, damıtmada kullanılan imbiği geliştirmiş ve büyük oranda esans damıtılmasında kullanmışlardır. Orta Çağ simyacıları demir(II) sülfatın (vitriyol) damıtılmasından sülfürik asit (zaç yağı), demir(II) sülfatın ve potasyum nitratın birlikte damıtılmasından nitrik asit (kezzap), demir(II) sülfat ile yemek tuzunun (sodyum klorür) damıtılmasından ise hidroklorik asit (tuz ruhu) elde etmişlerdir. Farklı anorganik maddelerin elde edilmesini öğrenmişlerdir. Teknik alanda ilerlemeye karşın, maddelerin yapısı konusunda daha çok Aristo ve onun izleyicilerinin görüşleri egemen olmuştur.<br />
<br />
Orta Çağ Avrupası’nda sülfürik asit iki ayrı yöntemle elde edilebiliyordur. İlkinde vitriyol ya da şap, kil kaplarda kızıl oluncaya kadar ısıtılarak diğerinde ise güherçileye (KNO<sub>3</sub> – Hint güherçilesi, NaNO<sub>3</sub> – Şili güherçilesi) kükürt katılıp su dolu bir kap içinde yakılarak elde edilebiliyordu.<br />
<br />
Sülfürik asit anca 18. yüzyılın ikinci yarısında sanayinin ilgi alanına girmiştir. 1744 yılında indigonun (çivit otu) sülfürlenmesiyle yün boyamacılığında kullanılan yeni bir ürün elde edilmesi sülfürik asidin önemini artırmıştır. Sülfürik asit ayrıca ağartma işlemlerinde de kullanılmıştır.<br />
<br />
Nikholas Le Blanc (Nikolas Lö Blacnk)’ın sodyum karbonatı ham madde olarak kullanmaya başlaması üzerine sülfürik asit sanayinin temel maddesi hâline gelmiştir. Sanayi, böylece sülfürik asidi Le Blanc yöntemi ile üretmeye başlamıştır. Sülfürik asit, simyacılar tarafından bulunan, birçok kullanım alanı olan bir maddedir. Aşındırıcı özelliği olduğundan, boyacılıkta yararlanılan bazı maddelerin hazırlanmasında, altın ve gümüşün saflaştırılmasında vb. durumlarda kullanılmaktadır.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-64776862394233706162011-01-21T08:20:00.000-08:002011-01-21T08:22:13.584-08:00Element Kavramının Tarihsel Gelişimi Aristo’ ya göre madde, “su, toprak, ateş, hava” olamk üzere dört ana elementten oluşmaktadır. Bu kabul tamamen düşünceye dayalı hiçbir genel gerçeklik temeline oturmayan madde algısıdır. Aristo her şeye uygun gelen özelliklerin sıcak, soğuk, kuru ve yaş olarak bulunduğunu varsaymıştır. Bunlar aşağıdaki şekilde de görüleceği üzere ikişer ikişer farklı şekillerde birleştiğinde en fazla altı çift elde etmiştir (Sıcak-ıslak, ısla-soğuk, soğuk-kuru, kuru-sıcak, soğuk-sıcak, kuru-ıslak). Fakat bunlardan soğukla sıcak ve kuruyla ıslak birbirinin zıttı olduğu için yok edilebilir ve sonuçta dördü kalır. Aristo maddeleri dört ana element olarak kabul ettiği su, toprak, ateş ve havanın değişik şekillerde birleşmesi sonucu oluştuğunu ve bu maddelerin sıcak-ıslak, ıslak-soğuk, soğuk-kuru, kuru-sıcak, gruplarında birbirine dahil olabileceğini varsaymıştır. Örneğin soğuk ve ıslak, suyu (sıvı); soğuk ve kuru, toprağı (katı); ıslak ve sıcak, havayı (gaz); kuru ve sıcak, ateşi (yanıcı) oluşturur.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">Aristoya göre elementler</div><div style="text-align: center;"> <img alt="" class="aligncenter size-full wp-image-52" height="297" src="http://img254.imageshack.us/img254/4618/aristoyagoreelementler.png" title="Aristoya göre elementler" width="349" /></div> <br />
Rönensans döneminde bilim insanları, element kavramına yeni bir yorum getirmişlerdir. Bu yorumlar, bilimsel temele daha yakındır.<br />
<br />
Yeni bilimsel bulgular ve ayırma tekniklerinin keşfedilmesi, element kavramının bugünkü şekliyle algılanmasına sağlamıştır.<br />
<br />
Kendinden daha basit maddelere dönüşmeyen saf maddelere element denmesine karşılık radyoaktifliğin keşfiyle birlikte atomun küçük parçacıklardan oluştuğunun anlaşılması, bu tanımlamanın sakıncalı olduğunu gösterir. Uranyum ve toryum gibi elementlerin atomlarının radyoaktif bozunma ile farklı element atomlarına dönüşmesi, buna örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca bu element tanımının bir sakıncası da kireç, sodyum hidroksit, su gibi zor ayrışan, bileşiklerin uzun süre element olarak kabul edilmesidir.<br />
Atomlardaki proton sayısı elementlerin kimlik özelliğini oluşturur. Her elementin proton sayısı birbirinden farklıdır. Örneğin oksijen elementi atomlarında 8 proton bulunurken, kükürt elementi atomları 16 protondan oluşur.<br />
<br />
Uygulanan bilimsel çalışmalar sonucunda saf olarak elementlerin elde edilmesinden sonra bunların birbiriyle değişik oranlarda etkileşimleri sorgulanmaya başlanmış, bunun sonucunda kimya ile ilgili belli kanunlar keşfedilmiştir. Rönesans döneminde Hollandalı kimyacı Van Helmont (Van Helmont, 1577-1644) deneylerinde teraziyi kullanarak kimyasal çalışmalara nicel özellik kazandırmıştır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" height="135" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgD5jtSbbLLTZ9Smws5s1Go4MsEtV65C8GoF5VgFOoGZZMWUuOMD2ew3U872PxP4xRc3Dg2ygX6-wmNrgHW3RUrssD6k4dmPHEBtuoamPHNI6Gtagv4XTCTDxmr0AqePE64DKc6bcYSxq5A/s640/element+kavraminin+tarisel+gelisimi.jpg" width="640" /></div><br />
<br />
<b>Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-50977362083980575802011-01-21T08:07:00.000-08:002011-01-21T08:07:28.562-08:00Sabit Oranlar Kanunu Bileşiği oluşturan elementler kütlece sabit bir oranda birleşirler, buna <strong>Sabit Oranlar Kanunu </strong>denir.<br />
<br />
Sabit Oranlar Kanunu, 1807′de Dalton Atom Teorisinin ortaya atmadan önce denel olarak tayin edilmiş ve teorinin mevcut deneylerle uygunluğu, onun başarısına ve kabulünün çabuklaşmasına sebep olmuştur. Bununla beraber, Sabit Oranlar Kanunlar atomik teorinin doğruluğuna kanıt oluşturmaz. Atomik teoriyle Sabit Oranlar Kanunu arasındaki uygunluk daha eleştirici bir deyişle şöyle belirtilebilir. Eğer atomlar varsa ve bu atomlar arasında bazı özel yollarla bileşik meydana geliyorsa belli bir bileşiğin bütün moleküllerinde aynı sayıda atom olması beklenmelidir. Ayrıca eğer belli bir elementin bütün atomları aynı kütlede iseler bir bileşiğin kütlece bileşiminin de sabit olması gerekir.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-63960285448546909212011-01-21T08:05:00.000-08:002011-01-21T08:05:40.711-08:00Katlı Oranlar Kanunu Dalton hidrojen ve oksijen gibi elementlerin farklı özellikler göstermesinin, ancak hidrojen atomlarının oksijen atomları ile aynı olmadığını varsayarak açıklanabileceğini biliyordu.<br />
<br />
Dalton’a göre, bir bileşik oluşturabilmek için belli elementlerin belirli sayıda atomlarına gereksinim vardır. Bu fikir, Fransız kimyacı Joseph Proust’un 1799 yılında yayınladığı Sabit Oranlar Kanununun uzantısıdır.<br />
<br />
Dalton’un Atom Teorisi <strong>Katlı Oranlar Kanununu </strong>destekler (Dalton’un üçüncü görüşü). Bu kanuna göre iki element birden fazla bileşik oluşturmak üzere bileşirlerse, bir elementin belli bir kütlesi ile birleşen diğer elementin farklı kütleleri arasında küçük tam sayılı bir oran vardır. Dalton Atom Teorisi, Katlı Oranlar Kanununu basit bir şekilde açıklar. Örneğin karbon, oksijen ike iki tane kararlı bileşik oluşturur. Bunlar karbon monoksit ve karbon dioksittir. Modern ölçüm teknikleri, karbon monoksitte bir karbon atomu ile bir oksijen atomunun, karbon dioksitte ise bir karbon atomu ile iki oksijen atomunun birleşmiş olduğunu gösterir. Buna göre karbon monoksitteki oksijenin karbon dioksitteki oksijene oranı 1/2′dir. Bu sonuç Katlı Oranlar Kanunu ile uyum içindedir, çünkü bir bileşikteki belli bir elementin kütlesi o elementin atom sayısı ile orantılıdır. Örneğin FeO [demir(II) oksit] bileşiğinde 56 gram demirle 16 gram oksijen, Fe<sub>2</sub>O<sub>3</sub>[demir(III) oksit] bileşiğinde ise 56 gram demir 24 gram oksijenle birleşmektedir. Her iki bileşikteki demi miktarı aynıdır. Oksijen miktarları arasındaki oran (katlı oran) ise 16/24 = 2/3′tür.<br />
<br />
Dalton’un maddenin doğasına ilişkin zekice önsezisi 19. yüzyılda kimyanın hızla gelişmesinde en önemli itici güç olmuştur.Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-26850062737157717822011-01-21T08:03:00.000-08:002011-01-21T08:03:13.915-08:00Nokta, Doğru, Doğru Parçası, Işın, Düzlem ve Uzay “Nokta, doğru, düzlem ve uzay” konularımızı işlerken kullanacağımız temel terimlerdir. Önce bu terimlerle neleri anlatmak istediğimizi açıklayalım. <br />
<ul><li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/nokta-geometri.html"><span style="color: #743399;">Nokta</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/dogru-dogru-parcas-ve-isn.html"><span style="color: #743399;">Doğru, Doğru Parçası ve Işın</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/duzlem-geometri.html"><span style="color: #743399;">Düzlem</span></a></li>
<li> <a href="http://konuders.blogspot.com/2011/01/uzay-geometri.html"><span style="color: #743399;">Uzay</span></a></li>
</ul>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3400281124121842947.post-38150885810372703142011-01-21T07:54:00.000-08:002011-01-21T07:56:23.294-08:00Nokta (Geometri) Kurşun kalemimizin iyice sivriltilmiş olan ucunu beyaz kâğıda dokundurduğumuzda kâğıtta oluşan iz bize noktayı çağrıştırır.<br />
<br />
Çevremizdeki cisimlerde nokta modelleri görebilirsiniz.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><img alt="" class="alignright size-full wp-image-367" height="206" src="http://img573.imageshack.us/img573/4761/anoktasi.jpg" title="a noktasi" width="320" /></div><br />
Derslerimizde noktayı bir <b>iz </b>ile modelleyecek ve büyük harfle göstereceğiz. Yandaki şekilde <b>A noktası</b>nı görüyorsunuz.<br />
<br />
Aşşağıda bulunan resimde de görme engelliler için geliştirilen Brail (Breyl) Alfabesi’ni görüyorsunuz. Bu alfabe nokta şeklindeki kabartmalarla oluşturulmuştur.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><br />
<img alt="" class="size-full wp-image-368 aligncenter" height="218" src="http://img412.imageshack.us/img412/9195/brailalfabesi.jpg" title="brail alfabesi" width="400" /><br />
<div style="text-align: left;"><br />
<br />
</div><div style="text-align: left;"><b> Not:</b> <b>Ekbilgiler.Com</b> benim sitemdi. Bazı maddî nedenlerden dolayı kapattım. Yani (Ç)alıntı yapmadım. </div></div>Adminhttp://www.blogger.com/profile/14431509293039200033noreply@blogger.com0